KATEGORİ
Kıymetli Dostlarım,
"GELİŞİ GÜZEL ZAMANLAR" yoğun bir çalışmanın ardından nihayet çıktı. Seçkin kitapçılarda; D&R, idefix, kitapyurdu, ÖTÜKEN gibi internet mağazalarında sizleri bekliyor. 



"Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar..."
Cemil MERİÇ

BİR VARDI, BİR YOKTU

BİR VARDI, BİR YOKTU...

Bir vardı, bir yoktu. Evvel zaman içinde değil, yüzlerce yıl önce değil, yalnızca onlarca yıl önceydi. Henüz televizyonun adı bile yoktu, ama o koca düğmeli radyolardan vardı evlerde. Sabah erkenden kalkılıp, heyecanla büyüklerin radyoyu açması beklenirdi. Her gün aynı saatte dinlenen“Arkası yarın”lar, “radyo tiyatroları” vardı. Onları dinlerken evde ses çıkmaz, kulaklar radyoda, herkes kendi sahnesinin dekorunu kurardı hayallerinde.  Televizyonda izlediğimiz, bizi aptal yerine koyarak, ne zaman gülmemiz gerektiğini anlatan konserve gülücükler yoktu.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardı. Bütün mahalle birbirini tanırdı. Yapılan iyilikler asla unutulmaz, hastalar ziyaret edilir, yoksullara yardım toplanırdı. Gecenin bir vakti komşunun kapısı çalınıp bir fincan şeker istenirdi rahatlıkla. Dostluklar bir pula satılmazdı.

Kış akşamları, tüm aile sıcacık sobanın etrafında toplanır, kestane kokulu sohbetler yapılırdı.  Alışverişler süpermarketlerden değil, küçük mahalle bakkallarından “veresiye” yapılırdı. Çocuklar babalarından cep telefonu değil, horozlu şeker isterdi. Henüz televizyonlar, bilgisayarlar, “counter”lar tarafından esir alınmamıştı çocuklar.

Sokaklar cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle doluydu.   Seksek oynamasını, çember çevirmesini bilmeyen, yaşama bilgisayar penceresinden bakan, evcilik oyununda kredi kartları kullanan çocuklar da yoktu. Üstü başı toprağa bulanmış, ip atlayan, uçurtma uçuran, komşunun erik ağaçlarına tırmanmaktan dizleri çizikler içinde, saklambaç oynarken, elindeki yağ sürülmüş bir dilim ekmeği mutlulukla ısıran çocuklar vardı.

Oyuncak bebekler, oyuncak bebeğe benzerlerdi. İsimleri Zeynep olurdu. Elif olurdu. Yüzlerinde sıcacık bir gülümseyiş, basit, pamuklu giysileri, çoğu zaman bezden yapılmış kundakları ile kız çocuklarının en ayrılmaz dostu olurlardı.

Oyuncak bebekten çok sosyetik bir kadın görünümlü, bir ailenin birkaç günlük mutfak gideri kadar paralar ödenerek alınan “Barbi”ler, “Sindy”ler yoktu.

Omuzlarındaki sopanın iki ucunda bakraçlarla yoğurt satanlar, mahalle mahalle dolaşan kalaycılar, macuncular, pamuk helvacılar, elma şekerciler vardı. Müzikli arabalarla dolaşan “Aygaaaaz”cılar yoktu… Kırılan şemsiyeleri tamir eden tamirciler, kırılan kalpleri onarmak için çabalayan duygu zengini insanlar vardı. Kırılan, dökülen eşyalar, hatta sevgiler, dostluklar “yenisini aldığımız için eskisi hükümsüzdür” denilerek kolayca çöpe atılmazdı. Kalaylı kapların yerini, çoktan çelik tencereler aldı. Pamuk yataklar yerlerini “full” ortopedik yataklara bıraktılar.

Annelerimizin sandığının bir köşesinde, özenle katlanıp saklanan, gözyaşları ile ıslanmış, kolonya ile kokulandırılmış, ucu yakılmış mektuplar da yok artık.

Bilgisayarlarda yazılan mektupların hüznü de üç gün sürüyor, sevinci de. Bir tuşa basınca siliniyor her şey, yeni bir sayfa açılıyor. Kandillerde duygusuz hazır mesajlar atılıyor merhabayla başlamayan.

Bir vardı, bir yoktu. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, insanlar “insanca” yaşardı.