KATEGORİ
Kıymetli Dostlarım,
"GELİŞİ GÜZEL ZAMANLAR" yoğun bir çalışmanın ardından nihayet çıktı. Seçkin kitapçılarda; D&R, idefix, kitapyurdu, ÖTÜKEN gibi internet mağazalarında sizleri bekliyor. 



"Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar..."
Cemil MERİÇ

YANCAĞIZIMDA BİR TÜRK DAHA OLAYDI



Bu yazının serlevhası bir davet değildir. Bu saatten sonra ne herhangi bir kimseyi yanıma çağırma niyeti beni meşgul eder, ne de ben birinden destek bulma hevesiyle avunabilirim. Bu yazıya serlevha olarak bir hayıflanmayı da seçmiş değilim. Duyduğum yalnızlık acısının bana attırdığı bir başlıkla açılmıyor bu yazı. Yalnızlık acısı falan duyduğum da yok. Bu yazının serlevhası böbürlenmemi kolaylaştırma amacıyla tertip edilmiş hiç değildir. Yani “Yancağızımda bir Türk daha olaydı da; şenliği siz asıl o zaman göreydiniz” demeğe yatkın değilim.

Muradım aklımı selâmete erdirmek. Güç belâ ele geçirdiğim, yüksek bedel ödeyerek elde tutabildiğim ruh sağlığımı korumak veya en nihaî, en ehven haliyle ruh sağlığıma kavuşmak istiyorum; hepsi bu. Yancağızımda bir Türkün daha görünür bir biçimde olmasını, bütün menfi şartlara rağmen, iki kişilik dahi olsa, bir cemaate ulaşılabildiğinin göstergesi olacağı için istiyorum. Yancağızımda bir Türk daha olaydı onunla Türkçe konuşurduk. Türkçe okur, Türkçe yazardık. Biz ikimiz Türk kelimesinin mânâsı üzerinde anlaştığımız ölçüde birlikte olmamıza bir anlam vereceğiz. Oluşa anlam katacağız. Türk varlığı canımızı, cananımızı, bütün mükellefiyetlerimizi sâlim kılacak. Birlikte olmamızın ne işe yaradığına birlikte oluşumuz sebebiyet verecek. İki Türk mertebesine yükselmek, bizi iki “idiot”tan biri olma zilletinden kurtaracak. Çünkü Türk olmanın mânâsı üzerinde anlaşmak insanın kâinattaki yeri hususunda fikir birliğine varmak demektir. Türk kelimesinin bir değil birden çok (hiç olmazsa iki) insanı işaret ediyor hale gelmesi bizim gözümüzü, kulağımızı açacak. Özümüzü özgemizle görebileceğiz. Daha doğrusu, özgemizden bize özümüzü göstermesini isteyeceğiz. Oysa her idiot özünü kendinde görür. Kendilik hakkında kafasınca bir anlam uydurur. İki idiotun bir arada bulunması, onlara birliktelik imkânı sağlamaz.

Benim yancağızımda bir Türk daha olsaydı milyonların da içine girmeye muhtaç oldukları bir anlam dairesi ortaya çıkacaktı. Bu tebellür hadisesi bütün Türkiye’nin akıl sağlığına teminat verecekti. Akıl sağlığımıza halel getiren süreç Osmanlı devletinin çöküşü hızlanınca “Etrak-ı bi idrak” keyfiyetinde bir yaftayla başlayıp “Ne mutlu Türk’üm diyene” kemmiyetine varan fiyat etiketiyle biten süreçtir. Bilhassa cumhuriyetin ilânını takip eden yıllarda “TÜRK” lâfı sıkça duyulur olduysa da, bundan kimin ne anlaşılacağı bilinemedi. Bilinmesi kimsenin işine gelmedi. Cumhuriyet tarihimiz boyunca millete patinaj yaptıran ve böylece “yarından da yakın” müddeti heba eden bu boş lâftır. Aklımıza iyice girsin ve hiç aklımızdan çıkmasın ki, gerek “Etrak-ı bi idrak” ve gerekse, “Ne mutlu Türk’üm diyene” birer söz değil, birer “lâf ü güzâf”tır.

Bizi, biz Türkleri cumhuriyetin ilânından günümüze kadar boş lâflarla oyaladılar. Bir lâf nasıl boşalır? Bunu bilebilmek için nasıl olup da bir lâf doğduğunu bilmemiz lâzım. Lâf demek söz demek midir? Hayır, lâf, sözün ahlâktan arındırılmasıyla ortaya çıkar. Vecibeler sahasında doğduysa ona söz, mecburiyetlerin doğurduğu elzem bir şeyse ona lâf deriz. Lâfın ortaya çıkışı vardır ve ortalıkta dolaştırılana lâf denir. Lâf hep orta malıdır. Halbuki sözün daima sahibi vardır. Meselâ, kem söz sahibine aittir. Erkek sözü vardır. Lâf etmek erkeğe yakışmaz. Yani söz başka şey, lâf bambaşka bir şeydir. Söz kasıtlı ve iradî, lâf hesaplı ve itibârîdir. Söz verilir, söz alınır; ama lâf anlatılır, lâf dinlenilir. Fark edilmelidir ki, lâf dinlemekten bir şey, söz dinlemekten başka bir şey anlarız. Eğer lâf dinlersen muteber olanı öğrenmiş olursun ve öte yandan, ne zaman ahlâkî davranmayı öğrendiysen, işte o zaman söz dinlemiş olursun. 

Yancağızımda bir Türk daha olaydı, lâfları asgariye indirir, onunla sözün sağladığı imkân dahilinde Türkçe konuşurduk. Herşeyin Türkçesini, doğrusunu, düzünü, beraberliğimize yarayacak olanını söylerdik. Hangi milletten, hangi ümmetten olursak olalım insanlığımızı lisânımıza borçluyuz. İnsanlığımız adına lisânımızdan ne miktar borç aldığımız ümmetten ümmete, milletten millete, kişiden kişiye değişir. Sırf bu yüzden biz Müslümanlara yaratılmışlar arasında en yüksek mevki tahsis edilmiş ve sırf bu yüzden her kim aramıza nifak sokmak istemişse önce Âyet’e ve Hadîs’e başvurmak ihtiyacı duymuştur. Günlük konuşmalardan, gündelik, günü birlik ifadelerden edebiyata kadar lisanla kurduğumuz irtibat insanlığımızın mahiyetine müteveccih nişanelerdir. Lisanımıza yapılan insanlığımıza yapılmıştır.

Olan olmuştur. Mekteplerde Türk çocuklarına bilhassa kendi aleyhlerine olan şeyleri öğretip duruyorlar. Çünkü bunu yapmayacak olurlarsa, bizzat Türk çocukları girişimi ele alacak, kâfirlere kendi vatanlarında en makbul yerin tahsis edilmesine göz yummayacaklardır. Türk çocuğu kendi menfaatini koruyabilmek için kâfirlerin iznine müracaat etmeyip kendi değerlerini yıkan hiçbir kâfire göz açtırmayacak, Türk varlığının değerine tasallut edilmesi Türk çocuğunun cezalandıracağı bir cürüm sayılacaktır. Böyle bir sonuca varılması “küfrün hakimiyetini hiçe sayan Türkiye” fikrinin yerli yerince anlaşılması yolunu genişletir. Bu sebeptendir ki, dünyada Türk korkusunun en yaygın olduğu yer cumhuriyetin ilânıyla beraber resmi adı Türkiye olan ülkedir. Mekteplerde Türk çocuklarına bilhassa kendi aleyhlerine olan şeyleri öğretiyorlar; çünkü 1923’ten günümüze kadar, Türk’e karşı cürümlerin şiddet bakımından en çoğu, aded itibariyle en büyüğü Türkiye’de işlenmiştir. Suç işleme vetiresi siyasal İslâm gerekçesiyle bir inkıtaa uğramamış, bilakis bir dönem işlenenin suç olduğu gerçeği örtülebilmiştir. Türk’ten Bizans ne kadar korktuysa Osmanlı da o kadar korktu.

İsmet Özel, 09 Temmuz 2011 (İstiklal Marşı derneği)


Yorumlar - Yorum Yaz