KATEGORİ
Kıymetli Dostlarım,
"GELİŞİ GÜZEL ZAMANLAR" yoğun bir çalışmanın ardından nihayet çıktı. Seçkin kitapçılarda; D&R, idefix, kitapyurdu, ÖTÜKEN gibi internet mağazalarında sizleri bekliyor. 



"Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar..."
Cemil MERİÇ

BİR İNSANA SARILMAK

Soma’daki maden faciasında, baba ile oğulu, birbirlerine sımsıkı sarılmış halde bulmuşlardı. Tarifsiz bir manzara. Ne söylesek, yanına yaklaşamaz.

Aynı derin acı, Ermenek’teki kazada da yaşandı. Üç madenci arkadaş, tüm güçleriyle, birbirlerine sarılmışlar. Veda vaktini, yerin yüzlerce metre altında ve karanlıkta, böyle karşılamışlar. Kelimelerin duyguya dönüşemediği bir durum.

Bana öyle geliyor ki, bir insana sarılmak, dünyanın zorlukları karşısında, yalnız olmadığımızın en sahici ispatı. Samimi ve candan. Her şeyden evvel, bir ihtiyaç.
Derdimiz, sarılacak bir dost bulmakta ve olabilmekte.

Modern hayat ve onun hakim rengi menfaat, insanları birbirinden uzaklaştırıyor. Aradaki itimat duygusunu yıkıyor. Bir adım öne çıkan, dönüp geriye bakmıyor. Misal: Mühim bir mevkiye, göreve gelenlerin ilk yaptığı işlerden biri, telefon numarasını değiştirmek. Öyle ya, tedbirli olmak lazım.

Şimdi sadece tokalaşıyoruz. Çoğunlukla, elimizle değil, tırnaklarımızın ucuyla. Görünce, karşılaşınca, içimizde sarılma isteği uyandıran bir dostumuz var mı? Kaldı mı?

Yemeğe, bilgiye ve buna benzer şeylere acıkıyoruz da, insana acıkıyor muyuz?
Sarılmak, bürünmek anlamına da geliyor. Üşümemek için üzerimizi sıkı bir şekilde örtmek. Bunu, şöyle okumak, anlamak da mümkün: Dünyanın saldırısına karşı, dostlardan gelen güven hissine bürünmek.
Sarılmanın bir diğer karşılığı da, kuşatılmak. Kapitalist düzenin, serbest piyasanın, maddeci sistemin yan etkisi diyebileceğimiz bu kuşatmanın ağırlığını, ancak, dostlarımız varlığıyla hafifletebiliriz. Bunları yazarken, Aşık Veysel’in “dost dost diye nicesine sarıldım” dizesiyle başlayan şiiri elbette aklımda.

Hep beraber ve bütün önyargılardan arınmış halde; Ahmet Davutoğlu’na sarılarak ağlayan Arakanlı Müslümanları hatırlayalım. Bu görüntüye kayıtsız kalmanın imkânı var mıdır?

Yine, işgalcilerin saldırısı sırasında evladını kaybeden Filistinli bir babaya sarılmış, karşılıklı ağlamışlardı.

Diyebilirim ki, çaresizliğin kendini gösterdiği, belli ettiği haller, genellikle, insanların birbirine sarılıp ağladığı zamanlardır. Ölümdür, ağır kayıplardır; özetle, dönüşü ve telâfisi mümkün olmayan durumlar.
Cemal Süreya, “Ölüm geliyor aklıma birden ölüm / Bir ağacın gövdesine sarılıyorum” der.

Bizi tanıyan insanlara, bir ağaç gövdesi kadar güven hissi ve yakınlık duygusu verebiliyor muyuz? Zor. Akla ilk düşen: ‘Ne olur, ne olmaz.’ 

T
am da burada, Pir Sultan Abdal’ın bir uyarısına dikkat kesilelim: “Siyaset günleri gelip yetmeden.” Ne yazık ki, artık siyaset günlerindeyiz. ‘Hacdan gelen benim, anlatan sensin’ gibi bir şey bu. Sürekli değişen ilişkiler, tavırlar, çift dilli olmalar. Pozisyon almalar. Açık aramalar. Sosyal medya diliyle konuşacak olursak, birçoğumuz, ‘kapak yapma’ peşindeyiz. İşte böyle bir ortamda boy atan hakkaniyetsizlik, acımasızlık. Arsızlıktan doğan bir korkusuzluk.