KATEGORİ
Kıymetli Dostlarım,
"GELİŞİ GÜZEL ZAMANLAR" yoğun bir çalışmanın ardından nihayet çıktı. Seçkin kitapçılarda; D&R, idefix, kitapyurdu, ÖTÜKEN gibi internet mağazalarında sizleri bekliyor. 



"Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar..."
Cemil MERİÇ

KALBİN BETONLAŞMASI

Turgut Uyar, Geyikli Gece şiirinde ''hâlbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / her şey naylondandı o kadar'' diye yazmıştı. Şiirin bulunduğu kitabı ölçü alırsak, tam elli beş sene olmuş. Bu iki dizeyi günümüze getirip güncellersek, ''her şey betondandı'' diyebiliriz. Ve sürekli korkulan oluyor.

Türkçe sözlük, beton için, ''kum, çakıl gibi maddelerin sulandırılmış çimentoyla yaptıkları karışım'' tanımını yapıyor. Sadece bu mudur? Hayır. Devamında, Mustafa Armağan''ın Alev ve Beton isimli kitabını okumak gerekiyor. Bu kitabın neden gereken ilgiyi görmediğini son yıllarda daha iyi anlıyorum.

Çimentonun nasıl bir şey olduğunu anlamamız için, onu üreten bir fabrikanın yanından, yöresinden geçmemiz yeterli. Kurulduğu, bulunduğu yeri yaşanmaz kılıyor. Tam bir çevre felaketi yaşatıyor. Genellikle hammaddenin olduğu bir dağın, tepenin yamacına inşa ediliyorlar. Böylece, ''dağı yeyip doymamak'' sözünü oradan alıp şuraya koyabiliyoruz.

Anadolu''ya giderken veya gelirken, Hereke mevkiinde mutlaka görmüşsünüzdür. Dağı yemişler, yiyorlar.
İşte bu ''dağı yeyip doymamak'' halini, bu inanılmaz iştahı, şehirlere de taşıdık. Bir medeniyet tasavvurundan bahsedenlerin yaptığı, müsaade ettiği birinci şey, şehirlerimizin betona boğulması oldu. Ne acı. Beton, bir alev gibi, şehirlerimizi, özellikle Aziz İstanbul''u yutuyor. Diyebilirim ki, parklar bile betondan.

Beton, dünyevî hırsların sembollerinden biri. Soğuk, sevimsiz. ''Betonlaşmaya hayır'' dediğimiz zaman, şunu da söylemiş oluyoruz: İnsana ve tabiata evet.

Bir çocuğun toprağa düşmesi ile betona kapaklanması arasındaki fark, bize çok şey söylüyor.

Doğdum doğalı İstanbul''dayım. Kırk beş sene olmuş. Şehrin kente, hanenin konuta nasıl ''evrildiğinin'' canlı şahitlerinden biriyim.

Toprağın arsaya, kârlı bir yatırım aracına dönüşmesiyle başladı her şey. Harf inkılâbı kadar tehlikeli olan bir zihniyet değişimi.

Ekonomiyle ilgili yazılarda, haberlerde, yorumlarda hep aynı cümleyle karşılaşıyoruz: ''İnşaat sektöründeki hızlı büyüme.'' Rakamlar, fiyatlar, uçan daireler. Birbiriyle yarışan gökdelenler, kibir kuleleri, toplu konutlar, insanı tüketen alış veriş merkezleri, yeni yaşam alanları, rezidanslar ve dilimizin dönmediği başka şeyler.

Durmadan büyüme rakamları veriliyor. Bu büyüme karşısında, küçülen, geri çekilen nedir peki?

Bütün bunlar, bizi, ''kalbin betonlaşması''na götürüyor. Hayır, kalbimiz daha sağlam ve dayanıklı olmuyor; çürüyor, zayıflıyor. Acımasızlık, merhametsizlik. Durmadan maliyetleri düşürmeye, kâr payını artırmaya çalışıyor. Vebal ne, kul hakkı ne, unutuyor. Aziz ve kıymetli olan birçok şeye karşı ''büyük taarruz'' başlatıyor. Nihayetinde, ''mutluluğu ararken, huzuru kaybediyor.''                                                                            (İBRAHİM TENEKECİ)