KATEGORİ
Kıymetli Dostlarım,
"GELİŞİ GÜZEL ZAMANLAR" yoğun bir çalışmanın ardından nihayet çıktı. Seçkin kitapçılarda; D&R, idefix, kitapyurdu, ÖTÜKEN gibi internet mağazalarında sizleri bekliyor. 



"Denize atılan bir şişe her kitap. Asırlar kumsalda oynayan birer çocuk. İçine gönlünü boşalttığın şişeyi belki açarlar, belki açmazlar..."
Cemil MERİÇ

İÇİMİZDE UMUT VAR!

                                        Her aşkı dâre çeken vefâsız leylâsıdır
                                       Aşk cefâ ülkesinde umudun rüyasıdır
                                                                                    (Nurullah Genç)

 
Simsiyah tayların alınlarında kartopu beyazlıklar, ayaklarında sekiler vardır. Ne zaman bir ceylan su içmeye inse, ne zaman güzel bir mısra düşse gönle kuruyan umutlar yeşerir.

                                  “Olmaz olmaz deme ne olur, olmaz olmaz yâr
                                   Hayat olduğu sürece umutlar da var.”

İlkokul yıllarında sınıfımızda iri cüsseli bir çocuk vardı ya, işte onu anlatacağım meçhul dost. Gerçi hayata atılınca zayıflamış, kolu kanadı kırılmış, diyorlar. Eskimiş entari ve yamalı bir pantolonla dolaşıyormuş. Üstü başı toz içinde fakat yine de gülümsüyormuş. Bakışları hâlâ tozpembeymiş!

Derler ki, zamanın birinde üç mum için için yanıyormuş. Birinci mum hayıflanarak: “Ben sevgiyim. Fakat unutuldum insanların elinde. Dayanacak gücüm kalmadı.” diye dertlenmiş. Bir fırtına kopmuş ötelerden, ilkin bu mumu söndürmüş. İkinci mum söz almış: “Ben barışım. Fakat benim de dayanacak gücüm kalmadı. En samimi arkadaşım öldükten sonra yaşamın ne anlamı var?” demiş. Hafif bir rüzgârla o da sönüp gitmiş. Bir çocuk görmüş olup bitenleri. “Siz üçünüzün kol kola olması gerekmiyor muydu?” diye sormuş. Üçüncü mum çekingen bir tavırla başlamış konuşmaya: “Ben umudum, arkadaşlarımı kaybettim. Bilmem bu hüzne daha ne kadar dayanabilirim?” Çocuk, bir parça alev almış umuttan. Sevgiyi de tutuşturmuş, barışı da...

Böylece her çocuk bir ‘umut’ olmuş. Geleceğe dair bir umut. Ayaklarında kola şişesinden bozma iple tutturulmuş bir terlikle gezen Afrikalı çocuğun gözleri bu yüzden ışıl ışıl parlıyormuş.

 “Nasılsın?” diyorum yaşını ve başını almış gitmekte olan birine. “Eh işte” diyor, “iç güveysinden hallice...” Oysa şu küçük çocuğun cevabını duyurmak içindi bütün yazım, bütün kışım: “Çok iyiyiz abi. Bak bir patlak topumuz var. Daha ne olsun!” Hışımla atılırken ileri, dudaklarından yükseliyor sevinç çığlıkları: “Ronaldo vuruyor ve goool!” Kalede umut, forvette umut var. Takımda umut varken, herkes istikbalden ümitvâr!

                                       Bir çocuğun umuduna bak işte.
                                       Bir çocuğun umuduna bak, iste!

Zayıf aldıysan birkaç dersten ne çıkar, ceplerinde umut varken? Belki hoca 100 verir sözlüne. Umudu kopyala, umudu çoğalt. Bir gemi yap kâğıttan, üzerinde umut yazılı olan. Unutulmuş limanları, terkedilmiş boğazları dolaşsın; denizlerin, okyanusların yüzünde güller açsın. Posta güvercini ayaklarında değil, başının üstünde taşısın onu. Kilometrelerce kanat çırpsın ve hiç düşürmesin.

Baharı bekliyor bir çiçek. Tomurcukları çatlıyor heyecandan. Hangi el koparacak onu, hangi arı bal için konacak taç yaprağına, bilmiyor. Fakat baharı bekliyor! Çünkü bahar, umut demek.

Derken umut, şehrin değirmeninde öğütülüyor, yontuluyor bir taş yerine. Ve yongaları saçılırken caddelerde âşıklar onunla övünüyor, onunla avunuyor. Birkaç beden incelip sesli harflerine şapka takınca “ümit” oluyor:

                                   “Yaşamak ümitli bir iştir, sevgilim.
                                   Yaşamak: Seni sevmek gibi ciddi bir iştir.”

Çölde susuzluktan ölmek üzere bir adam serap görüyor ötelerde. Bütün kumlar su olup akıyor ya ırmak yerine. Yitirmiyor umudunu, belki öbür tepenin ardındadır aradığı su. Çıkmayan candan umut kesilmiyor. Öyleyse canı çıksın umut kesenlerin. Ve veyl olsun umutsuzluk eken bahçıvanlara.

Bir çaresize/garibana umut olmak en büyük mutluluktur. Umudunu kırmak ise en ağır vebal. Derler ki; “Hiç kimsenin umudunu kırma. Belki tek sahip olduğu şey odur!”

Kim bilir hayatında ne kara günler ne kâbus dolu geceler geçirdin meçhul dost! Uyuma numarası yapmıştın annen odanın kapısını açtığında. İstedin ki en sevdiğin anlamasın, en sevdiğinin umutsuzluğunu. Fakat aradığın, gözyaşlarında yüzmeye çalışan umut için bir can simidi değil miydi?

Umutsuz yaşanmıyor meçhul dost. O olmadan yaşlanamıyor bile. Çünkü insan iki sebepten dolayı tutunur hayata: Ya umut arıyordur, ya umut oluyordur.

İntihar edenler hayattan bunaldıkları için değil, umutlarını yitirdikleri için gidiyorlar ölüme. Ve yaşlılar en fazla bayrama kadar dayanabiliyor. Kim bekleyecek öbür bayramı, kim dayanacak bu hicrana?

Öyleyse bıraksın kendini sonsuzluğun kollarına. Umut trenini kaçırınca insan yapayalnız kalıyor istasyonda. Hüzün yüklü katarlar üstüne üstüne geliyor. Bir kurşun onun olmadığı yerde vızıldıyor. Ve seyyar, onun uğramadığı sokakta pazara çıkarıyor bütün iplerini.

Bir müteahhidin satılığa çıkardığı da o. “Bakın havuzu var sitemizin. Çoluk çocuk yüzer, mutlu olursunuz arada.”

Bir tezgâhtarın vitrine koyduğu da: “Bu elbise de tam size göre efendim. Zaten tek kalmış elimizde, kaçırmayın fırsatı. Pişman olursunuz sonra!”

Umut fakirin ekmeği. Demek ki her insan bir parça umut için çalışıyor şu dünyada. Ve fırıncı onu yoğuruyor un yerine.

Bir çocuk hep içinde büyütüyor onu, onunla büyüyor. Hop atılınca havaya sormadan edemiyor:
“Acaba değmiş midir başım bulutlara?”
“Peki ya, tabağımı bitirince büyür müyüm baba?”
Evet!
Fakat sen gene de büyüme!

Çünkü büyüyünce insan, küçülüyor umutları.
Ve güneş doğarken değil, batarken izliyor ufukları...